6 Aralık 2009 Pazar

ÇIĞLIK




Hayatımın uçurtma çağında,
Uçuruldum çaresizliğin kucağına,
Yıkıp geçtiler,
Parçalayıp yem ettiler,
Yalnızlık denen yaratığa
Ben ise akıtamadım zehrimi,
Ne aldığım darbelerin sahibi,
Ne de babama.
Akıtamadım zehrimi,
Zaten bir gün öleceklerdi.


Sadece bir çığlık attım,
Toroslar çınladı,
Başka duyan olmadı.

Funda Türkmen.

ÖNCE NE İSTEDİĞİNİZİ BELİRLEYİN


ÖNCE NE İSTEDİĞİNİZİ BELİRLEYİN
Dr.Yusuf KARAÇAY

“Ne iş olsa yaparım abi” diyen birinin, iyi ve uygun bir iş bulması çok zordur malûm. Hatta iş bulması bile zordur. Oysa kişi ne istediğini belirlese, aradığını bilmenin rahatlığı ile çok daha kolayca bulabilir. Evlilik için de böyledir bu. Nasıl biriyle evleneceğine karar vermek, işin yarısını halletmek demektir. Ama bunun için de tabiî önce kendi kişiliğinizi, yönelimlerinizi ve ihtiyaçlarınızı belirlemeniz gerekir. Yani kendinizi tanımanız lâzımdır önce. İkili ilişkilerde, aile hayatında sizin için önemli olan nedir? Huzur mu, paylaşım mı, destek mi, heyecan mı, ya da güven mi? Vazgeçemeyeceğiniz öncelikler hangileridir, kesinlikle kabul etmeyeceğiniz şeyler nelerdir? Bunların adını doğru koymanız gerekir. En az on cümleyle ihtiyaçlarınızı, beklentilerinizi, şartlarınızı sıralayın; elinizde ve aklınızda bulunsun. Tabiî, bu istekleri sıralarken, abartmayın da lütfen. Adam arkadaşına sormuş: —Evlenmiyor musun? —Şartlarımı tutarsa olur. —Ne istiyorsun ki? —Güzel olsun, akıllı olsun, dindar olsun, zengin olsun, kültürlü olsun, şefkatli olsun, ciddi olsun, itaatli olsun, bir de esprili olsun. —Ama abi, demiş öteki, birden fazla evlilik yasak artık! Fıkra, önerimi unutturmasın ama. Ne istediğinizi belirlemelisiniz mutlaka. On cümle lütfen.
Dr.Yusuf KARAÇAY

FLÖRT NE İŞE YARAR?


Konuşma deyince akla beraber çıkma ve flört de geliyor. İnsanların birbirlerini tanımak istemeleri çok normal tabiî. Ama flört dönemi, gerçek beraberliği aksettirmez çoğu zaman. Eğer flört, gerçek hayatın aynısı olarak yaşanabilse, belki evliliğin nasıl gideceğine dair ipuçları verebilir, ama bunun da başka bedelleri vardır malûm. Bildiğimiz anlamdaki flört, yani arada sırada görüşüp gezmek, sohbet etmek ise, aslında gerçek hayatta olunandan farklı bir kişiliğin sergilendiği bir dönemdir. Örneğin kişi günün yirmi üç saati tek başına, sessiz ve sakin bir hayat sürüyor, biriken sohbet ve gezme ihtiyacını günde bir saatlik buluşmalara saklıyorsa, o bir saatte çok konuşkan, canlı, eğlendirici biri gibi davranabilir. Ve çıktığı kişi de canlı, atak, sosyal insanlardan hoşlanıyorsa onun gözüne hoş görünebilir. Ama iş evliliğe gelince, o hareketli görünen kişinin günde ancak bir saat gezmeye ve sohbete tahammül edebildiği, aslında çok durgun ve sakin bir hayatı sevdiği açığa çıkar ve sürtüşmeler başlar tabiî. Ben üç-dört yıl flört edip birbiriyle çok iyi anlaşan, ama evlenince birkaç ayda hayal kırıklığı yaşayan nice insanlar gördüm. Evlilik hayatı başlayınca “Reklamları izlediniz, şimdi haberler” anonsu yapılmış gibi olur. “Peki, flört bile olmadan evlenilecek kişi nasıl seçilebilir?” diyebilirsiniz. Aslına bakarsanız bir insanın, karşısındaki kişiyi tanıması o kadar da uzun bir zaman gerektirmez. Yapılan araştırmalar özellikle bayanların, karşılaştıkları kişiyi ilk üç dakika içinde değerlendirip kategorize edebildiğini göstermiştir. Dikkatli bir insan için yüz hatları, mimikler, ses tonu, konuşma biçimi, hatta kullanılan kelimeler bile kişiliğe dair önemli işaretler taşır. Ve özellikle hanımlar bu tip işaretleri çok iyi değerlendirirler. Meselâ karşınızdaki kişiye “Hava bu gün ne güzel, değil mi?” diye sordunuz diyelim. Hepsi de ayrı bir kişilik yapısına işaret eden çeşit çeşit cevaplar alabilirsiniz. —Gerçekten harika bir hava var, insanın içi coşkuyla doluyor. (Canlı, iyimser.) —Böyle havaları çok mu seversin? (Karşısındakiyle ilgilenen.) —Hı hı. (Kontrollü ve ketum.) —Haklısın, çok güzel, değil mi? (Uyumlu, paylaşımcı.) —Esas üç gün önce çok daha güzeldi. (Geçmişte yaşayan.) —Yaa, bu güzel havada eve tıkıldık işte. (Şikayetçi, karamsar.) Bakın, bir tek cümleden ne kadar çok ipucu çıkartabiliyorsunuz. Yeter ki ona iyi bakın, dikkatli dinleyin ve ipuçlarını değerlendirin. Böylece yakışıklı prensi bulmak için yüzlerce kurbağayı öpmeniz gerekmez.
Dr.Yusuf KARAÇAY

2 Aralık 2009 Çarşamba

Eğer bir çocuk (Dorothy Nolte )


Eğer bir çocuk;
Sürekli eleştirilmişse
Kınamayı, ayıplamayı,
Kin ortamında büyümüşse
Kavga etmeyi,
Alay edilip aşağılanmışsa
Sıkılıp utanmayı,
Devamlı utandırılarak terbiye edilmişse
Kendini suçlamayı öğrenir.
Eğer bir çocuk;
Hoşgörü ile yetiştirilmişse
Sabırlı olmayı,
Desteklenip yüreklendirilmişse
Kendine güven duymayı,
Övülmüş ve beğenilmişse
Takdir etmeyi,
Hakkına saygı gösterilerek büyütülmüşse,
İnançlı olmayı
Kabul ve onay görmüşse
Kendini sevmeyi,
Aile içinde dostluk ve arkadaşlık görmüşse,
BU DÜNYADA MUTLU OLMAYI ÖĞRENİR.
Dorothy Nolte

30 Kasım 2009 Pazartesi

Sevgi gerekli,aşk risklidir


SEVGİ GEREKLİ, AŞK RİSKLİDİR
Dr. Yusuf Karaçay

Neredeyse klasik bir münazara konusudur: Evlilikte aşk lâzım mı, değil mi? Beylik bir cevap olarak herkes “Tabiî ki lâzım” der. Oysa bence sevgi şarttır, ama aşk şart değil, hatta risklidir bile. Hemen itiraz etmeyin, önce isimlendirmeyi doğru yapalım. Kullandığım mânâda sevgi, karşısındakine ihtiyacını hissetmek, onunla beraber olmaktan mutluluk duymak, onun eksiklerini de hoşgörmektir. Aşk ise ona muhtaç olmak, onsuz olamamak, eksiklerini ise görmemektir. Böyle bir aşk, aslında sağlıksız (gözü kör de denir) bir ruh hâli değil midir? Peki sağlıksız bir duyguyla sağlıklı bir beraberlik nasıl kurulur? Depresyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçların abartılı aşk duygularını da azalttığını biliyor muydunuz? Saplantı düzeyindeki aşk, bir hastalık bile sayılabilir aslında.

Ama modern çağın klişelerinin dayatmasıyla, çoğu gençler aşk evliliğini en büyük hayalleri olarak kabul ederler. Bu kişilerin çoğu, aşık olduklarında karşılarındaki kişinin eksiklerini, uyumsuz yönlerini görmez, o coşkulu duygunun esiri olup mantığı tamamen bir kenara atarak yanlış evlilikler yaparlar. Aşık olmuş birisi için karşısındaki, dünyanın en mükemmel kişisidir, kusursuzdur, onun için yaratılmıştır, o olmazsa hayat boyu mutsuz kalacaktır. Oysa aşk bir duygu ve duygular da geçici olduğu için bir süre sonra aşk küllenmeye başladığında, önceleri görülmeyen yanlışlar göze batmaya başlar. Coşkuyla başlayan ilişki hüsranla biter çoğunlukla.

Aslına bakarsanız, aşık olan için bu denli riskler taşıyan bu duygu, aşık olunan kişi için bile çok rahatsız edicidir. Düşünün; siz öylesine, gelişigüzel bir söz söylüyorsunuz (“İnecek var şoför bey!”), aşığınız “Ne hoş bir cümle kurdun” diyor. Siz sıradan gündelik bir davranışınızı yapıyorsunuz, o “Ne güzel içiyorsun çorbayı!” diyor. Böyle olduğundan büyük görülmek insanı rahatsız etmez mi sizce? İlişkinin doğallığını, davranışların içtenliğini öldürmez mi?

Zaten o yüzden değil midir ki, çılgınca aşık olunanlar genellikle aşıklarına karşılık vermez, acı çektirir? “Delice sevdim, ömrümü verdim” diye başlayan şarkılar, “O beni sevmedi, kalbini vermedi” diye devam etmez mi hep? Tesadüf değildir bu. Aklı başında hiç kimse, olduğundan büyük görülmek, hak ettiğinden fazla ilgi ve sevgi görmekten mutlu olmaz—kısa süreli bir zevk dışında.

Üstelik bu tip gerçekçi olmayan sevgiler, abartılı hayranlıklar, yöneldiği kişinin zihnine “Ben onun zannettiği gibi mükemmel değilim. Öyle olmadığımı fark ettiğinde ne olacak?” tedirginliğini kazır. Böyle seven, sevdiğini zorlu bir cendereye sıkıştırmıştır aslında. Ve göğe çıkaranlar, hayallerinin gerçek olmadığını görünce ortada bir yerde kalamaz, bu kez de yerin dibine batırırlar sevdikleri(!) kişiyi. Büyük beklentiler büyük hayal kırıklıklarını hazırlar.

Siz siz olun, eğer karşınızdaki size olduğunuzdan daha fazla kıymet veriyorsa, sizi olduğunuzdan mükemmel görüyorsa, size sırılsıklam aşıksa, uzaklaşın ondan.
Dozunca seven, hatalarınızı da gören, ama iyi yönlerinizin hatırına onları affeden, sizden abartılı şeyler beklemeyen, zorlamayan, destekleyen bir sevgi çok daha güzel değil mi?

Pencereden bakarken İstanbul'a



Yağmur damlası düşüyor, ben düşüyorum
Gökten değil onun gibi ama yükseklerden,
Yangınlar yanıyor şehirde,kalbim acıyor,
Ölen olmuyor ama çığlıklar yükseliyor kalbimden..
Bir doğum oluyor,bir sevinç geliyor Dünya’ya..
Ben sevinemiyorum ,ölümü hatırlatıyor doğumlar bana,
Sevinç ölüyor bir gün biliyorum,alıyor yerini hüzün..
Gidebilmek istiyorum sadece, doğumumun sevincini
Hüzün çalmadan!
Gidip daha bir yalnızlaşmak,İstanbul’ a küsmek istiyorum,
O buna bile izin vermiyor…

LEBLEBİ ŞEKERLERİ



Akşam olunca kapı çalınıyor yine,
Açtığımda içeri giren sen olmuyorsun baba,
Gelen senin kadar sarhoş değil ama,
Senin gibi anlayışlı da değil asla...
Leblebi şekerleriyle gelmiyor bana...

Annem kadar iyi olmuyor yemeklerim,
Zaten içimden de gelmiyor,
Çünkü teşekkür edilmiyor,
Leblebi şekerleri getirilmiyor..

Baba özledim ben seni,
Özledim yastık altına sakladığım çocukça ağlamaları,
Özledim içince beni azarlamalarını..
En çok da leblebi şekerlerini ,
Sevinmeyi özledim,parıldayan gözlerimi..
Boynuna atlamak vardı şimdi senin,
Kahveyle ayıltmak vardı,sarhoş kafanı
Susturmak vardı şiddetli sesini,
Affetmek vardı çocukça,
Birde tabii leblebi şekerleri....

Funda.

29 Kasım 2009 Pazar

ÇIĞLIK

Hayatımın uçurtma çağında,
Uçuruldum çaresizliğin kucağına,
Yıkıp geçtiler,
Parçalayıp yem ettiler,
Yalnızlık denen yaratığa
Ben ise akıtamadım zehrimi,
Ne aldığım darbelerin sahibi,
Ne de babama.
Akıtamadım zehrimi,
Zaten bir gün öleceklerdi.


Sadece bir çığlık attım,
Toroslar çınladı,
Başka duyan olmadı.


21,04,2009

28 Kasım 2009 Cumartesi

En iyisi gitmeli

İlk gördüğüm an,
İlk gözlerine baktığım o an,
Hiç çıkmıyor aklımdan,
Yoksun ya şimdi,
Yalanların gelmiyor aklıma,
Hep böyle oluyor ayrılıklar,
İyi yanını görüyor herşeyin,
Bu ne acı merakıdır anlamam.

Halbuki sen,
Sen..
Söylemek gelmiyor içimden.

Sen unutacaksın beni,
Göremem artık o gözlerini,
Tutamam ki ellerini,
Unutacaksın.

Ben gideceğim,
Uzaklaşacağım yine İstanbul'dan,
Ayrılığın acısını o çeksin,
Sana gidiyorum diyemiyorum ki..
Umrundamı İstanbul'un?
Senin umrunda olmadığı gibi.

Aklımla bitirdim seni,
Doğrusu buydu gibi,
Peki ya kalbim?
Onu boşvermeli..
En iyisi dediğim gibi,
Çekip gitmeli,
Ayrılığın cezasını İstanbul'a çektirmeli,
Bu şehirden yine nefret etmeli.
Varsın umrunda olmasın,
Sen gibi koca yalan olsun yeter ki,
Kalmasın hayal kırıklıgının izleri.
En iyisi gitmeli!

Ama sen,buradasın
Sen..
Söylemek gelmiyor içimden.

GİTMEK YA DA KALMAK

Gidince mi yenilenir hayallerim?
Kalırsam yeni umutlar edinir miyim?
Hadi yollarla tanıştım diyelim,
Nereye kadar kendimden kaçabilirim?
Anıları bir kenara fırlatıp,
Öylece bırakıp gittim diyelim,
Onlar beni bırakıp gitmediyse,
Boş değilmi kaçıp gitme sığınağım,
Ne kadar hızlansada adımlarım,
Mutlaka bir yerlere çarparım,
Boşuna bu çırpınışlarım.

Funda
04-2009

AŞK

Aşk,
Tutunmak bir dala,
Bir eli tutmak,
Susuzluğunu gidermek,
İçmek kana kana..

Aşk,
Abartılı kelimeler,
Gereksizce birine yüklenen,
Başıboş verilen bir değer,
Aşk, değersiz kalmak bazen.

Aşk,
Siyah beyaz,
İyi ile kötü,
Kıştan sonra gelen yaz,
Yazın çıkan bir ayaz,

Aşk,
Kelebek ömrü,
Bebeğin doğumu,
Sevdiğinin ölümü,
Ne iyi ne kötü,
Hem iyi hem kötü.


19,04,2009

YIKIM

Söylemiştim sana ben,
En kötü doğruyu bile paylaşabileceğini,
Hani en kötü doğru,yani beni üzebilecek gibi,
Omzuna yatardım senin ve anlatırdın,
Biliyorsun anlardım..

Şimdi ne oldu peki?
Ben yıkıldım,ışıklarım söndü
Kapandı perdeler,
Nasıl veda etmeli bilmiyorum,
Eskiye dönmez artık içimdeki sen,
Değişti,parçalandı birden.
Benden iyi miydi diğer seçeneğin?
Nasıl biriydi?
Sakladığın o gerçeğin?
Niye takılıyorum ki bunlara,
İşte koca bir yıkım daha,


Söylemiştim,
Söylemiştim sana,
Anlatsan anlardım..
Başımı omzuna koyar,
Belki biraz ağlardım,
Keşke kendi ellerimle bulmasaydım,
Ben üzülmeyeyim diye yaptığın,
Bu acı yalan kurgusuyla,
Kendim, tek başıma karşılaşmasaydım..

Şimdi,
Şimdi diyorsun değil mi?
Ne olacak peki?
Hiç..
Biz diye birşey olmayacak,
Ben inanmayacağım kimselere,
Şarkıları paylaşmayacağız,
Dansımız yarım kaldı,
Bilsen daha ne figürler vardı,
Neler yaşayacaktık belki kimbilir...

Ağlıyor içimdeki çocuk,susturamıyorum,
Hayır kadın yanım acımıyor,
Öyle alışmış ki,
Hep bir pay bırakmış yanılmalara,
Ama..
Şu çocuk yanım,susmuyor!
Söylemiştim,
Söylemiştim sana,anlatsan anlardım,
Omzuna yatardım,gözlerine bakardım,
Belki biraz ağlardım,
Ama ihtimali fazlaydı sarılmamızın,
Keşke kendim karşılaşmasaydım,
Sana yalanı yakıştıramadım.

Sayıklamalarım / Yitik



Fırtına esen,
Penceremden,
Bir uçan balon,
Ellerimden kayıp giden,
Çocukluğum,kadınlığım,
hayallerim
Çekilip alınan benden...

Fısıltı,
Duyduklarım,duygularım
Bir ince sızı,
Yüreğim,
Taş kesilmiş sol yanım,
Ve gözlerim,
Ağlayan...

Yangın,
Evimi,ellerimi
Yakıp küle çeviren,
Parmak uçlarım kaldı,
Geriye sadece,
Yazabileyim diye.
Ve aklım,
Düşünebilen..

Sayıklamalarım / mum ışığı



Mum ışığı göz kırpıyor,
Pencereden esen rüzgarla,
Aynı umutlarım gibi,
Karanlıkla savaşıyor sanki,
Bir küçük mum ışığı,
Benim sevdiklerim gibi,
Gideceğini bile bile,
Vakit geçiriyor benimle,
Biliyor aslında saatler sonra söneceğini,
Kaybolup gideceğini,
Bile bile umut veriyor bana.

Mum ışığı rüzgara yenik düştü bu gece,
Aynı umutlarım gibi işte,
Gözlerimi kapatıp sabahı bekleyeceğim,
Biliyorum ki güneş doğacak,
Hem o rüzgara yenik düşmez.
Hep yeniden kurduğum hayallerim gibi,
Bir sabah doğar, süzülür penceremden odama.


**************************************************

Hatırlayamıyorum,
Hangi ay,gün,yıl,
Hangi tarihteyim bilmiyorum,
Kapalı perdeler,
Başucumda yine bir mum sönmek üzere,
Kurumuş güller..
Onlar ne zamandan beri orada?
Mutlu muydum?
Güller kurumadan önce,alıp kokladığımda.
Penceremin bir kısmını kapatmamış perdeler,
Bir ışık süzülüyor işte,inadına
Sabah olmuş..

Ne bekliyordum?
Kim fırlatıp atmıştı beni buraya,
Ben gelmiş olamam,
Renklerim vardı benim,
Burası sadece siyah,
Birine sarılmak isterdim hep,
Hayal kırıklığı olurdu sonu,
Ağlardım,şimdi ağlamıyorum,
Ellerim yok.
Kimseyi tutamıyorum,
Hem zaten vakit geç olmuş,
Gece olmuş..